Dil Seçin

Turkish

Down Icon

Ülke Seçin

Turkey

Down Icon

HAARP mı? Harp mi?

HAARP mı? Harp mi?

Bir zamanlar televizyona çıkmak, kitap yazmak ya da gazeteye makale göndermek belirli bilgi ve denetim süreçlerinden geçmeyi gerektirirdi. Bugün ise bilgiye erişimin ve içerik üretmenin kolaylaşması sayesinde herkes her konuda konuşabiliyor, yazabiliyor, yayın yapabiliyor. Bu gelişme bir yandan büyük bir kazanımken, diğer yandan bilgiyle kanaatin, uzmanlıkla yorumun birbirine karıştığı bir çağın kapılarını açtı. Sonuç: HAARP teknolojisini harp gemileriyle karıştıran, ve bunları Starlink uydularıyla birleştirerek istedikleri yerde deprem yaratılabileceğine inanan, kendini “büyük resmi görebilen” seçkin bir azınlığın üyesi zanneden koca bir kitle.

Geleneksel medya eskiden "kamu hizmeti" anlayışıyla çalışırken artık algoritmaların yön verdiği ve etik sınırların buharlaştığı bir ilgi ekonomisine teslim olmuş durumda. Bilginin “ne kadar doğru olduğu” değil, “ne kadar ilgi çektiği” ön planda. Peki insanların bu kaynaklara bu kadar kolay inanmasındaki tek sebep bu mu?

Akademideki yozlaşma, medya patronlarının siyasi hesaplara boyun eğmesi, bilimsel verilerin siyasi çıkar uğruna çarpıtılması gibi örnekler toplumda "bilim bile satılmış" algısına yol açtı. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren derinleşen sosyal eşitsizliklerin ve krizlerin, bilime olan güveni sarsmasıyla insanlar bilimsel açıklamalar yerine, kendinden emin konuşan anlatıcıları tercih eder hale geldi. Şeffaflıkla manipülasyon arasındaki çizgi bulanıklaştıkça bilgi anarşisi yerleşti ve herkes kendi gerçeğini seçmeye başladı. Komplo teorileri, içeriği ne kadar çürük olursa olsun, “sistemin susturmak istediği hakikat” havasına bürünerek daha inandırıcı bir hale geldi. Gerçekler karmaşık, sıkıcı ve sabır gerektirirken, komplo teorileri pazarladıkları kapsayıcı, çarpıcı ve kişiye özgü aydınlanma hissinde daha da yüksek bir başarı elde etmeye başladı.

SORGULAMA EKSİKLİĞİ

Bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama uzmanlık gerektiren konular da herkesin kolayca yorum yaptığı alanlara dönüştü. Hal böyleyken HAARP ile harp gemilerini karıştırmak, Starlink’i “uzaktan deprem düğmesi” sanmak gibi örnekler sadece teknik bir cehalet değil; aynı zamanda sistematik bir sorgulama eksikliği, bilgiye erişimin kolaylaşmasıyla birlikte denetim mekanizmalarının ortadan kalkmasının bir sonucu. Buradaki trajedi, yalnızca yanlış bilgiye inanılmasında değil, insanların o yanlış bilgiyi yaymakta bir tür entelektüel üstünlük görmelerinde yatıyor. Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir sohbet grubunda geçen bir tartışma, günümüz bilgi çağının en çarpıcı zihinsel tuzaklarından birine tanıklık etmemi sağladı. Bilim insanlarının görüşlerini dinleyerek hayatın artık kendisini de deprem uzmanı yaptığını ilan eden bir kişinin ifadeleri, değil gemiyle ilişkilendirmek, mobil bile olmayan bir yer istasyonu projesi olan HAARP teknolojisini, Hatay depremi zamanında Akdeniz’de görülen bir tür gizli harp gemisiyle ilişkilendiren yorumlara ve Starlink uydularıyla deprem tetiklenebileceğine inananlara kadar uzanan bir dizi komplo teorisine kapı araladı. Gruptaki bir üniversite öğrencisi, kullanılan teknik terimlerin hatalı olduğunu nazikçe hatırlattığında ise “Dalganın frekansı, frekans dalgası, ne fark eder?” gibi tepkilerle karşılaştı. Bu tür ifadeler, böylesi tartışmaların bilgiye değil, niyete ve aidiyete dayalı yürütüldüğünü açıkça gösterirken eleştirel düşünce yerine duygusal iknanın, bilimsel yöntem yerine içsel sezginin öne çıktığını da gözler önüne seriyor.

SUİSTİMAL EDİLİYOR

HAARP’ın fay hattı tetiklemesi doğa yasaları çerçevesinde mümkün değilken buna “belki” diyerek spekülasyon yapmak dahi, bilimin bilinmeyenin sınırlarını dürüstçe kucaklayışını suistimal etmektir diyerek “HAARP’in iyonosfer tabakasını gözlemlemeye yarayan bir bilimsel araştırma tesisi, Starlink uydularının ise yalnızca internet bağlantısı sağlama amaçlı sivil bir altyapı projesi” olduğunu, bir astrofizikçi olarak açıklamaya çalıştığımda, şöyle karşılandım: “ben de filanca fakültesinden mezunum ama bazı konularda görüş sunabilmek için bilim ihtisası yapmak gerekli değil.” … Bilgi aktarımı ile fikir beyan etmenin nasıl aynı zemine çekildiğini, bilimin sıradan inançlarla nasıl kolaylıkla eşitlendiğini daha iyi anlamak için bu cümleyi defalarca okudum ama hayretim hala geçmedi.

Burada “Ben büyük resmi görebilen gruptanım” duygusu, kanıtla değil, ayrıcalıklı bir üst düzey topluluk aidiyetiyle güçleniyor, bilgi kirliliği doğuyor. Elektromanyetik dalganın ne olduğunu ya da HAARP teknolojisi ile harp gemisi arasındaki ayrımı bilmeden depremler hakkında hüküm vermek, burada bir hadsizlik değil “uyanmışlık” göstergesi haline geliyor. Toplumdaki bu gibi eğitimli cahillere rağmen bugün hala bilime ve gerçek bilgiye sosyal medyadan izlediği videolarla değil de akademik süreçle ulaşabileceğine inanan gençler var. Gençler yalnızca bilimi değil, sorumluluk almayı da seçiyor; üstelik bunu, hukuksuzluklara karşı barışçıl ve anayasal protesto haklarını kullanarak, günümüz Türkiye’sinde hayatlarını riske atmak pahasına, yapıyorlar.

Trajik olan şu ki, bugün bilim karşıtı komplo teorilerine inanan kişiler, gözaltındaki üniversite öğrencilerinin de destekçisi olabiliyor. Yani kendi içinde çelişkili bir manzara var: belki de bir zamanlar bu yöntemin içinden, akademik eğitimin tüm aşamalarından geçmiş olmasına rağmen bilgiye karşı güvensizliğini dile getiren ve artık bilimsel yöntemi küçümseyen kişiler, o yöntemin içinde yoğrulmuş ve eleştirel düşünceyi bırakmamış gençlerin yanında yer aldıklarında, sahiplendikleri “komplo teorisi aydını” rolü ile çelişen bir pozisyona düştüklerinin farkında bile değiller. Bu bulanıklık, artık neye karşı çıkıldığının değil, yalnızca karşı çıkıyor olmanın kıymetli sayıldığı bir iklimin sonucu. Bu karmaşada, hakikati savunanla çarpıtan aynı yerde saf tutabiliyor.

Üniversite, yalnızca diploma kazandıran bir kurum değil; bireyin eleştirel düşünmeyi öğrenmesini, entelektüel dürüstlüğü içselleştirmesini ve hakikat karşısında eğilmemeyi göze almasını mümkün kılan bir süreçtir. Bugün, bilimsel gerçekleri çarpıtan ya da sırf mezun olduğu okulu anarak canının istediği konuda kanaat bildirme hakkını kendinde görenlerle dolu bir ortamda, bu ilkeleri hayatının merkezine koyan üniversite öğrencilerinin kimileri hâlâ gözaltında. Bir üniversite öğrencisini gözaltına almak, yalnızca bir bireyi değil, toplumun düşünen, sorgulayan, hak talep eden kısmını susturma girişimidir. Ve biz, gözaltındaki öğrencileri ne unuttuk, ne de gözden çıkardık.

Haksız ve hukuksuz biçimde özgürlüğü elinden alınmış tüm öğrenciler serbest bırakılana kadar, bu ülkenin gerçek vicdanı onların yanında olmaya devam edecek.

BirGün

BirGün

Benzer Haberler

Tüm Haberler
Animated ArrowAnimated ArrowAnimated Arrow